Televizyon... Evimizin en sessiz ama en güçlü misafiri. Her akşam koltuklara kurulup “bir bölüm izleyip kalkarız” diye oturuyor, sonra farkına bile varmadan geceyi dizilerin içinde geçiriyoruz. Ama bu “masum” kaçışın çocuklarımız üzerinde nasıl bir iz bıraktığını hiç düşündük mü?
Bugün sokaklara, parklara bir bakın. Oynayan çocuklar arasında bir fark var artık. Küçücük yaşlarında bile kavga ederken dizilerdeki gibi bağırıyorlar. Sevdiklerini bile tehdit ederek “korumaya” çalışıyorlar. Çünkü izledikleri karakterler onlara bunu “cool” gösteriyor. Entrika, dedikodu, yalan... Ekranda o kadar normalleştiriliyor ki çocuk, doğruyu yanlışı karıştırıyor. Çünkü ne görüyorsa onu öğreniyor, ne yaşıyorsa onu “normal” sanıyor.
Mafya dizilerindeki karakterler, sokaklarda taklit ediliyor. Piknik alanında bile birisi yüksek sesle konuştuğunda "hangi diziden fırladı bu?" demeden geçemiyoruz. Sonra biz ebeveynler, "Aman oğlum, kızım siz bakmayın bunlara" diyoruz. Ama kendimiz baş köşeye kurulup izliyoruz. O zaman çocuk neye inanacak? Söylediğimize mi, yaşadığımıza mı?
Unuttuk mu? Birçok yabancı oyuncu, evinde televizyon olmadığını, kendi filmlerini bile izlemediğini söylüyor. Bizse günleri dizi takvimine göre yaşıyoruz. “Salı dolu, Çarşamba final” diye konuşuyoruz. Bir dizi final yapsa kış gelsin diye bekliyoruz. Oysa kendi hayatımızın filmini unutuyoruz.
Haydi, bir tuşla kapatalım televizyonu. Kendi filmimizi çekelim evimizde. Başrol sizsiniz. Yönetmen de siz. Ve inanın, bu film çok daha güzel olacak. Elbette hiçbir şeyi tamamen silip atmak gerekmiyor. Ben de bir film tutkunu olarak bunu söyleyemem. Ama elimizden geldiğince yön verelim. Çocuklarımızı mümkün olduğunca kaliteli içeriklere, animasyonlara, İngilizce dublajlı yapımlara yönlendirelim. Zor mu? Evet. Ama güzel olan her şey zaten zordur. Ve unutmayın: Zor olan, insanı parlatır.
Sevgili anneler ve tabii ki babalar… Bu iş hepimizin işi. Çünkü çocuklarımız, bizim izimizde yürüyor.
Yüreğinize kalemize sağlık ❤️